e
sv

Akıl Kalpte Midir?

21208 okunma — 16 Ocak 2021 18:16

Günümüz bilimsel bilgilerinin ışığında, akıl yürütmenin, beynin bir fonksiyonu olduğu kabul edilmiştir. Peki bu durum aslında böyle olmayabilir mi? Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Halis AYDEMİR, bu konuda farklı düşünüyor ve çok ilginç noktalara dikkat çekiyor. Aydemir’e göre beyin, bilgileri fonksiyonel olarak derleyip bir araya getirdikten sonra kalbe sunuyor, ve insan kararı kalbi ile veriyor. Katıldığı bir televizyon programında bu konu üzerinde konuşan Halis Aydemir’in açıklamaları gerçekten dikkat çekici. Bu dikkat çekici analizi sizler için yazıya döktük.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR;”Öğrenen, ve öğrendiğini ilerleten, insanlardır. Dolayısıyla, bilim insanları, dinle kapıştığı yerde değil, kendi aralarında serin kanlıdırlar. Yani her şey birden bire tersine dönebilir, bunu biliyorlar. Bilim, dinle meydan muharebesi yaptığı yerlerde bulgularını fixmiş (sabitmiş) gibi sunuyor. Bu tarafa döndüklerinde, pek çok şeyin boşa çıkabileceğini, olayın bundan çok farklı olabileceğini görebiliyorlar. O bakımdan bilim, bize bu tür soruları sorarken de, bunları okurken de, arkadaşlarımız, dostlarımız, çocuklarımız, bilim tarafı ile alakalı olan iddialara, bir soru işaretiyle yaklaşıyor, önce onun bilim tarafında ne kadar sabit olduğu ile, ne kadar gerçek olduğu ile, bulgunun hipotezden teoriye, hangi safhada nerelerde bir yerde durduğu ile ilgileniyor. Hakikat zannedilen, kanun zannedilen bir şeyde bile insanlık, yanılmışız diyebiliyor. O bakımdan orası bir yolculuk. Ama Cenabı hakkın söylemesi noktasında ise, bilim orada bir duruyor.

Cenabı hak insandan bahsederken, tefekkürden (düşünce), fıkh etmesinden (bir şeyi gerektirdiği şekilde, iyice anlamak ve bilmek), akletmesinden bahsediyor, pek çok yetenekleri var insanın. Bunlar içerisinde iki tanesini, fıkhetmeyi ve akletmeyi kalp ile ilişkilendirmiş. Kalbin akletmesinden söz ediyor Allah. Kuran’da hiçbir zaman akıl dediğimiz nesnel bir varlığa doğrudan göndermede bulunulmuyor. Böyle bir nesneden söz edilmiyor. Böyle bir işlemden bahsediliyor. Fiil olarak kullanılıyor. Bu fiili kalp işliyor, yani bu kalbin bir fonksiyonu.

Biz şu anki bilgilerimizle kalp dediğimizde, vücuttaki kan dolaşımını sağlayan bir şey görüyoruz. Dün de beyin’e baktığımızda yağ yığını gibi bir şey görüyorduk. Bir zaman sonra elektriksel olayları keşfetmeye başladık. Elektriği keşfettikten, zayıf dalgalı etkileşimleri keşfettikten sonra oldu bunlar. Şu anda geldiğimiz noktada beyinle alakalı hususları sorsanız, yolun neresindeyiz deseniz, %1 bile gelmedik diyorlar. Şu an çok kabaca bir bilgi var. Bu bakımdan tefekkür (büyüklükleri karşılaştırma) dediğiniz şey, yani bu fonksiyonel ilişkiler, belki beyinde yaşanıyor olabilir. Biz ise akletmekten bahsediyoruz.

Beyin dediğimiz insanın dimağı, belki bilgisayardaki bir ara bellek gibi pek çok hamallığı yapıyor, neticeyi kalbe sunuyor, kalp aklediyor. Akletmek de Arapçada bağlantı kurmak anlamına geliyor. Öyle muhteşem bir resimle karşı karşıyasınız ki. Çekimi, yer küreyle ay arasındaki dengeyi, atomu, bunların muazzam bir ilmin sonucu olduğunu keşfetmişsiniz. Varlık dediğimiz şeyin ancak bir ilmin ve iradenin neticesinde çıkabildiğini anlıyorsunuz.

Şöyle bir baktığınızda, kulaklarınız, gözleriniz, bunları işleyen beyniniz, algıladıklarını pek çok işlemden geçirip, sonra kalbe sunuyor. Diyor ki ben muazzam bir resimle karşı karşıyayım. Kalp de diyor ki bunu var eden, bu ilme ve iradeye sahip muazzam bir kudret olmalı. Aklediyor, varlıkla var eden arasındaki ilişkiyi kuruyor. Şu anki bilimin akletmekle bir işi yok.

Bilim diyor ki ben sadece bakarım. Bunun boyutları şu kadardır, eni bu kadardır. Bu su şundan oluşmaktadır. Şu soruyu hiçbir zaman sormak istemez; Sudaki terkip, benim varlığımla bu kadar uyumlu, hayat sağlıyor bana, bunu sağlayan bu ilmi bu suyun içerisine koymuş olan kudret kimdir? Bunu sormak bugünkü bilimde yasak, bir tabu. Önümüze çıkan resim ne kadar muhteşem olursa olsun, bunu, var eden kudretle ilişkilendirmek yasak! Bu boyut yasak. İşte bu boyut da kalbe taalluk (ilinti) ediyor. Esası, kalp bunu aklediyor.

Bugün bildiğimiz beyin, sadece dimağdaki (bilinçteki) kaba işleri, topla, çıkar, böl, yan yana getir, aradaki mesafesini ölç gibi işlemleri yapıyor gerçekten. Ama bunun sonucu, kişinin bir miktar da belki kalbi ve ruhu ile ilgilidir. Biz bunları henüz bilmiyoruz. Biz bunları konuşuyoruz ama, bilim bunu kabul etmiyor. Bilim, bir insan öldüğünde, ölen kişide önceki haline göre herhangi bir eksiklik yoktur diye kabul ediyor. Biz ben’e (benliğe) ayna tutamıyoruz, bilimde bu da yasak. Allah dedi ki, kalp aklediyor. Biz de onlara diyoruz ki, sizin dersiniz henüz buraya gelmemiş, siz kalbe henüz dokunduğunuzda fil’i yoklar gibi bir şeyden bahsediyorsunuz. Siz yarın oraya da geleceksiniz.

En varoluşsal sorularında, yani alemin varlığında bile, ki o bundan daha büyük bir ofsayttı mesela, düştüler ona, bu çok basit bir şey. Yarın diyecekler ki bir bakmışsınız, kalbin şu tarafında hücreler çok farklı bir işlevsel şeye sahip. Şimdi o dalgaları da yakalayabilmeye başladık. Bu bir makaleye, ufacık bir keşfe bakıyor. O zaman mı biz kalkıp ‘Allah zaten akletmeyi kalple ilgili söylüyordu!’ diyeceğiz? Bu bizim açımızdan ar olur. Tam tersi şu doğru. Biz, Allah böyle diyorsa, şu kalbi bir kurcalayalım. Allah sözü doğru konuşur.

Allah burada demiş ki kalp akleder. Bu da Müslüman bilim adamının yürümesi gereken bir yolculuk. Ama biz o kadar özgüvensiziz ki, kafirler, biz kalbi sadece atan bir şey olarak görüyoruz deyince, hemen dönüp diyoruz ki zaten kalp de akıl manasına gelebilir, sözlükte bu da zaten müradif (isim) olabilir, durumu kurtarmaya çalışıyoruz. Halbuki bu sözün kelamın sahibinin Allah olduğunu, sözü kalıbıyla, cümlesiyle, her şeyiyle doğru konuşmuş olabileceğini birinci öncelik olarak almıyoruz. Demeliyiz ki, arkadaş, orayı siz bir gün bulacaksınız, keşke bizim çocuklar çalışsa, biz çalışsak da, kalbin akıl yönünü biz bulsak. Gün gelir o da bulunur.

Şu an hangi ülkeye, hangi coğrafyaya giderseniz gidin, duyguların arkasındaki şeyi kalp olarak nitelerler. Biliyoruz aslında. Dönüp bilim henüz bulamadı deyince, bilim de çıkıp ben bulamadıysam şimdilik yoktur diyor. Ama bilim, dün bulamadığı şeylere sonra var da dedi? Ben buluncaya kadar yoktur anlayışı, bilimin her zaman söylediği mütekebbir (büyüklenen) anlayışıdır. Sen her şeyi yanlışlayamazsın. Vehimle (kuruntuyla) yanlışlayamazsın. Bu da ıspat gerektiriyor. Ama adamlar bunu bize yutturabildiler.

Biz de kalkıp varlık da vardır herhalde diye, varlıkla Allah’ın varlığı arasında bir mutlakiyet, bir ışık gölge ilişkisi gibi çeşitli teorilere yöneldik ki, bilime karşı kendimizi savunalım. Halbuki buna hiç gerek yoktu. ‘Allah yaratmıştır, ve biz bunun bir başlangıcı olduğunu bulacağız!’ deseydik, belki biz bilimden önce göklerin ve yerin yaratılışının bir başlangıç olduğunu bulabilecektik. İnşallah 7. ve 8. asırdaki gelişmişliğimizi tekrar yakalarız da, aynı mahfilde bir araya geliriz. O zaman Allah, onlara 10 asırda açtığı yolu, belki bize 1 asırda açacaktır.

İlgili programın videosu;

  • Site İçi Yorumlar

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.